2 Aralık 2013 Pazartesi

Medeniyetin Beşiği'ne Yolculuk

Gezi Tarihi: 04 - 09.05.2011 

Ülker Fotoğraf Kulubü ile gezdiğimiz Güneydoğu illerinden bahsedeceğiz bu yazımızda. Program: Urfa, Mardin, Midyat ve Hasankeyf

Yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra Diyarbakır havaalanına inip biraz uzunca bir süre yolculuk ettikten sonra ilk meskenimiz olan Urfa’ya, adı gibi Şanlı Urfa’ya vardık. Hemen bavullardan kurtulup hocamız Ali İhsan Bey’in önderliğinde kendimizi bir anda Urfa sokaklarında bulduk. Tabiî ki de ilk durağımız Balıklı Göl idi. Amacımız bu tarihi, mistik mekanda mavi saatlerin tadını çıkarmaktı. Göl’ün en güzel yerine kurulduk, makinelerimizi ayarladık yavaş yavaş havanın kararmasına tanıklık ederken bir yandan da yörenin yerli halkına ısınıyorduk. Karşımıza sanki dünyadaki tüm renkleri üstünde olan bir kız çıkıverdi. Önce sadece bir fotoğrafçıya poz vereceğini düşünen kız artan makine sayısını görünce ( yaklaşık 20 makine ona doğru uzanmıştı ) afallamadı değil ama bizim heyecanımıza katılmadan da edemedi. Eminim hem onun hem de bizim için çok güzel dakikalardı. Güneş de batınca muhteşem mavilik kendini iyice göstermeye başladı ve saatlerce zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan bu görüntüyü yakalamaya çalıştık.

Urfa’da ikinci günümüzde yine Balıklı Göl’den başladık turumuza. Orada turizm okuyan değerli kardeşimiz Necmettin bize bilgiler verirken hocamız ile de iyi fotoğraf yakalayacağımız noktaları bulma telaşına düşüverdik. Rehberimiz eşliğinde bilgiler alarak gölü, çevresini gezdikten sonra Urfa Kalesi’ne çıkarak şehri bir de yukarıdan gördük. Ve sonunda tarihi hana gitme vakti gelmişti. Gümrük Han’a doğru giderken kuru dolma, patlıcan renkleri, isot ve envai çeşit baharat kokuları da bize eşlik ediyordu. Sonunda Han’ın avlusunda yerimizi aldığımızda ilk sorduğumuz yöreye özgü melengiç kahvesi oldu çoğumuzun. Kahvelerimizi yudumladıktan sonra handa zaman geçiren insanların değişik portrelerini yakalamaya çalıştık. Nerdeyse 15 kameraya sıcacık gülümseyen amcalar kadar, hiç istifini bozmadan oyununa devam edenler de vardı. Gezilecek yerler daha bitmemişti tabi…

Harran’a doğru yol alırken yolun çift tarafındaki sulama kanalları ile bereketlenen Mezopotamya’yı izlemek tarifsizdi. Eski Harran evlerini görmeden evvel ilk İslam Üniversitesi’nin kalıntılarına gittik. İstanbul’dan, şehirden, şehir hayatından çok uzak olduğumuzu aslında en güzel orada anladım. Çölün ortasında gibi kahverengi taşların kapladığı yerde develere rastladık. O eski taş evlerdeki hayatlar ile tanışmak geçmişi düşünmek insanı başka yerlere götürmüyor değildi. En güzel anı fotoğrafı nasıl çekilir diye sorsanız yanıtımız hazır sanırsam artık: Harran’da yöresel kıyafetler ile. Önce biraz çekingen ama sonra büyük hevesle rengarenk bindalları tüm bayanlar giyerken erkekler de yöreye özgü puşilerini taktılar. Sonuç olarak aklımda bir fotoğraf kalmış aramızda oradaki halktan biri var ama sanki bizim grubumuzdan biri gibi gözükmekte ya da daha doğrusu biz onun gibi oluvermişiz.

Mardin ise apayrı bir bölümdü gezide. Gecesi gündüzü ayrı güzeldi, büyüleyiciydi. Öncelikli olarak görülmesi gereken Kasımiye Medrese’si; Deyrulzafaran Manastırı’na gittikten sonra Mardin’in ne kadar çok değişik kültürü bir arada barındırdığını idrak ettik. Muhteşem fotoğraflar yakaladık. Yine yöre halkından rehberimiz ile Süryani Kiliseleri’ne ( Meryem Ana Kilisesi, Kırklar Kilisesi) elli metre ötedeki Abdüllatif Camii’ne giderek aslında buradaki hoşgörüyü yaşadık. Ama hepimizi en çok etkileyen kesinlikle aslında bize de sürpriz olan Gazi Paşa İlköğretim Okulu’nda çocuklara yaptığımız kek, çikolata dağıtımıydı.

Sıra gelmişti Hasankeyf ve Midyat’a. Günlerdir bizi yalnız bırakmayan güneş o gün biraz nazlı idi ki hocamız bunu fark etmişti. İlk etapta Hasankeyf’e gitmeye karar verdik bunun üzerine. Eski ve yeni köprülerin nazlı nazlı birbirlerine bakışlarını fotoğraflamaya çalıştık, kalesine çıkamadık ama yüksek bir tepeye tırmanmadan olmazdı. Tam da turumuzu tamamlamışken bir anda kum fırtınası gibi şiddetli rüzgar ile karşılaştık. Arabamıza sığınıp Midyat’a doğru yol aldık. Yağmur sonrası akşam güneşi ile Midyat’ı görüntülemek de keyifliydi. Devlet Konuk Evi’ni gezmeye giderken Midyat sokaklarında çocukların oyunlarını ölümsüzleştirdik

Oralara kadar gitmişken Sıra Gecesi de yapıldı. Çiğ köfte ziyafeti sonrası mırra içildi ve canlı müzik eşliğinde halaylar da çekildi tabi ki de!...

Kesinlikle ömürde bir kez görülmesi gereken bir coğrafya!.. Ben 2 kere gidebildim ama zaman zaman aklıma Urfa'nın isot kokusu, Mardin'in çocuklarının çığlığı, Mezopatamya'nın eşsizliği geliyor ve yine yine gidesim geliyor. İlk turda Nemrut, Antep, Halfeti ve Birecik'i de görme fırsatım olmuştu. O detaylar da başka yazıya :)


Kali & Ness 

Canon 550D, Kali, Mardin, 2011

Canon 550D, Kali, Harran, 2011

Canon 550D, Kali, Balıklı Göl, 2011
Canon 550D, Kali, Hasankeyf, 2011



4 yorum:

  1. Ben turistik gezi kapsaminda gittim bu enfes cografya ya,bu kadar guzel fotografkar cekme sansim olmadi maalesef. Makaleniz ve eslik eden fotograflariniza herseyden once de emeginizi kutluyorum. Basarilariniz kat kat artsin...

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler Merve desteğin için ;) Tekrar gitme şansın olur inşallah

    YanıtlaSil
  3. Fark etmişken düzeltme yapayım, Bilecik değil "Birecik" olacaktı, değil mi?

    YanıtlaSil
  4. hemen düzelttik teşekkürler ;)

    YanıtlaSil