Gezi Tarihi: 04 - 09.05.2011
Ülker Fotoğraf Kulubü ile gezdiğimiz Güneydoğu illerinden
bahsedeceğiz bu yazımızda. Program: Urfa, Mardin, Midyat ve
Hasankeyf
Yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra Diyarbakır
havaalanına inip biraz uzunca bir süre yolculuk ettikten sonra ilk meskenimiz
olan Urfa’ya, adı gibi Şanlı Urfa’ya vardık. Hemen bavullardan kurtulup hocamız Ali
İhsan Bey’in önderliğinde kendimizi bir anda Urfa sokaklarında bulduk. Tabiî ki
de ilk durağımız Balıklı Göl idi. Amacımız bu tarihi, mistik mekanda mavi
saatlerin tadını çıkarmaktı. Göl’ün en güzel yerine kurulduk, makinelerimizi
ayarladık yavaş yavaş havanın kararmasına tanıklık ederken bir yandan da
yörenin yerli halkına ısınıyorduk. Karşımıza sanki dünyadaki tüm renkleri
üstünde olan bir kız çıkıverdi. Önce sadece bir fotoğrafçıya poz vereceğini
düşünen kız artan makine sayısını görünce ( yaklaşık 20 makine ona doğru
uzanmıştı ) afallamadı değil ama bizim heyecanımıza katılmadan da edemedi.
Eminim hem onun hem de bizim için çok güzel dakikalardı. Güneş de batınca
muhteşem mavilik kendini iyice göstermeye başladı ve saatlerce zamanın nasıl
geçtiğini anlayamadan bu görüntüyü yakalamaya çalıştık.
Urfa’da ikinci günümüzde yine Balıklı Göl’den başladık
turumuza. Orada turizm okuyan değerli kardeşimiz Necmettin bize bilgiler
verirken hocamız ile de iyi fotoğraf yakalayacağımız noktaları bulma telaşına
düşüverdik. Rehberimiz eşliğinde bilgiler alarak gölü, çevresini gezdikten
sonra Urfa Kalesi’ne çıkarak şehri bir de yukarıdan gördük. Ve sonunda tarihi
hana gitme vakti gelmişti. Gümrük Han’a doğru giderken kuru dolma, patlıcan
renkleri, isot ve envai çeşit baharat kokuları da bize eşlik ediyordu. Sonunda
Han’ın avlusunda yerimizi aldığımızda ilk sorduğumuz yöreye özgü melengiç
kahvesi oldu çoğumuzun. Kahvelerimizi yudumladıktan sonra handa zaman geçiren
insanların değişik portrelerini yakalamaya çalıştık. Nerdeyse 15 kameraya
sıcacık gülümseyen amcalar kadar, hiç istifini bozmadan oyununa devam edenler
de vardı. Gezilecek yerler daha bitmemişti tabi…
Harran’a doğru yol alırken yolun çift tarafındaki sulama
kanalları ile bereketlenen Mezopotamya’yı izlemek tarifsizdi. Eski Harran
evlerini görmeden evvel ilk İslam Üniversitesi’nin kalıntılarına gittik.
İstanbul’dan, şehirden, şehir hayatından çok uzak olduğumuzu aslında en güzel orada
anladım. Çölün ortasında gibi kahverengi taşların kapladığı yerde develere
rastladık. O eski taş evlerdeki hayatlar ile tanışmak geçmişi düşünmek insanı
başka yerlere götürmüyor değildi. En güzel anı fotoğrafı nasıl çekilir diye
sorsanız yanıtımız hazır sanırsam artık: Harran’da yöresel kıyafetler ile. Önce
biraz çekingen ama sonra büyük hevesle rengarenk bindalları tüm bayanlar
giyerken erkekler de yöreye özgü puşilerini taktılar. Sonuç olarak aklımda bir
fotoğraf kalmış aramızda oradaki halktan biri var ama sanki bizim grubumuzdan
biri gibi gözükmekte ya da daha doğrusu biz onun gibi oluvermişiz.
Mardin ise apayrı bir bölümdü gezide. Gecesi gündüzü ayrı
güzeldi, büyüleyiciydi. Öncelikli olarak görülmesi gereken Kasımiye Medrese’si;
Deyrulzafaran Manastırı’na gittikten sonra Mardin’in ne kadar çok değişik
kültürü bir arada barındırdığını idrak ettik. Muhteşem fotoğraflar yakaladık. Yine
yöre halkından rehberimiz ile Süryani Kiliseleri’ne ( Meryem Ana Kilisesi,
Kırklar Kilisesi) elli metre ötedeki Abdüllatif Camii’ne giderek aslında
buradaki hoşgörüyü yaşadık. Ama hepimizi en çok etkileyen kesinlikle aslında
bize de sürpriz olan Gazi Paşa İlköğretim Okulu’nda çocuklara yaptığımız kek,
çikolata dağıtımıydı.
Sıra gelmişti Hasankeyf ve Midyat’a. Günlerdir bizi yalnız
bırakmayan güneş o gün biraz nazlı idi ki hocamız bunu fark etmişti. İlk etapta
Hasankeyf’e gitmeye karar verdik bunun üzerine. Eski ve yeni köprülerin nazlı
nazlı birbirlerine bakışlarını fotoğraflamaya çalıştık, kalesine çıkamadık ama
yüksek bir tepeye tırmanmadan olmazdı. Tam da turumuzu tamamlamışken bir anda
kum fırtınası gibi şiddetli rüzgar ile karşılaştık. Arabamıza sığınıp Midyat’a
doğru yol aldık. Yağmur sonrası akşam güneşi ile Midyat’ı görüntülemek de
keyifliydi. Devlet Konuk Evi’ni gezmeye giderken Midyat sokaklarında çocukların
oyunlarını ölümsüzleştirdik
Oralara kadar gitmişken Sıra Gecesi de yapıldı. Çiğ
köfte ziyafeti sonrası mırra içildi ve canlı müzik eşliğinde halaylar da çekildi tabi ki de!...
Kesinlikle ömürde bir kez görülmesi gereken bir coğrafya!.. Ben 2 kere gidebildim ama zaman zaman aklıma Urfa'nın isot kokusu, Mardin'in çocuklarının çığlığı, Mezopatamya'nın eşsizliği geliyor ve yine yine gidesim geliyor. İlk turda Nemrut, Antep, Halfeti ve Birecik'i de görme fırsatım olmuştu. O detaylar da başka yazıya :)
Canon 550D, Kali, Balıklı Göl, 2011 |
Canon 550D, Kali, Hasankeyf, 2011 |
Ben turistik gezi kapsaminda gittim bu enfes cografya ya,bu kadar guzel fotografkar cekme sansim olmadi maalesef. Makaleniz ve eslik eden fotograflariniza herseyden once de emeginizi kutluyorum. Basarilariniz kat kat artsin...
YanıtlaSilÇok teşekkürler Merve desteğin için ;) Tekrar gitme şansın olur inşallah
YanıtlaSilFark etmişken düzeltme yapayım, Bilecik değil "Birecik" olacaktı, değil mi?
YanıtlaSilhemen düzelttik teşekkürler ;)
YanıtlaSil